Ateşböceklerinin Mezarı (Grave of the Fireflies)


Neden Ateşböcekleri Bu Kadar Çabuk Ölmek Zorunda: Ateşböceklerinin Mezarı 

Ghibli Stüdyo’nun animasyon filmlerine çocukluktan bu yana aşık birisiyim. Ghibli Stüdyo bir animasyon stüdyosunun ulaşabileceği son noktayı temsil ediyor benim gözümde.  Animasyonlarda yaratılan evren o kadar farklı ve o kadar cezbedicidir ki ister yedi yaşınızda olun isterseniz de elli, aynı heyecan ve merakla izlersiniz filmleri. (Tabi bu söylediğim şeylerin hastalık boyutuna varacak derecedeki bir hayranın sözleri olduğunu unutmayın. Benim onuncusunda dahi sıkılmadan izlediğim bu yapımları izlerken siz bitirmeden kapatacak kadar da sıkılabilirsiniz.)

Ancak ne yazık ki bu baş döndürücü evrenlerin dışında oldukça realist ve bir o kadar da hüzünlü bir film de yer alıyor Ghibli tarihinde. Ne yazık ki dediğim durum böyle bir filmin yapılmış olmasından ziyade bu tarz bir filmin ortaya çıkmasına neden olacak olayların dünya tarihinde yer alıyor olmasıdır. Bahsettiğim filmin ismi Ateşböceklerinin Mezarı, orjinal ismiyle Hotaru no Haka. Film, izleyenlerin aklına “Neden ateşböcekleri bu kadar çabuk ölmek zorunda?” cümlesiyle kazınmıştır.

Ateşböceklerinin Mezarı, Stüdyo Ghibli’nin ilk filmlerindendir.( Yapım şirketleri Ghibli ve Schinhosha’dır.) Filmin, Akiyuki Nosaka’nın aynı isimli (yarı) otobiyografi türündeki romanından uyarlanmıştır. Savaşın ortasında kimsesiz kalan iki çocuğun hikayesidir bu kitap. Nosaka ,II. Dünya Savaşı’nda on altı aylık minik kız kardeşini yetersiz beslenme yüzünden kaybetmiştir. Romanda, kız kardeşiyle birlikte Seita’yı da öldürerek aslında minik kız kardeşinin ölümüne karşı duyduğu suçluluk hissi ortaya koymuştur.

Kitap,Stüdyo Ghibli’nin kurucu ortaklarından Isao Takahata tarafından senaryolaştırılmıştır ve yine Takahata yönetmenliğinde animasyon filmi tamamlanmıştır.

Film, Seita’nın bir tren garında açlıktan titreyerek öldüğü sahneyle açılışını yapıyor. Elinde, kardeşinden kalan son hatıra olan sakuma şekerlerinin boş ve paslı teneke kutusunu tutuyor. Sonra etrafındaki aynı durumda olan onlarca çocuk gibi onun için de kaçınılmaz son gerçekleşiyor ve ölüyor.

 Ve kardeşinin ruhuyla bir araya geliyor. Etraflarında ateşböcekleri. Setsuko ve Seita trene bindiğinde biz de geçmişe gidiyoruz. Her şeyin başladığı güne…

Filmin İsmi Neden Ateşböceklerinin Mezarı ?

Film ismini içinde geçen bir sahneden almaktadır. Yangın bombalarıyla şehirleri Kobe’yi ,annelerini  ve beraberindeki her şeyi kaybeden on dört yaşındaki Seita ( filmi altyazılı izledim ve çeviren her kimse onii-çan/abi kelimesini her seferinde Seita olarak yazmıştı) ve onun üç-dört yaşlarındaki kız kardeşi Setsuko yakınlardaki tanıdıkları tek akrabalarının ,teyzelerinin yanına gidiyorlar. İlk başta sevecenlikle bu iki çocuğu evine alan kadının tavrı zamanla değişiyor ve çocukları horgörmeye,ötekileştirmeye; onlara asalak muamelesi yapmaya başlıyor.


Artık dayanılmaz boyuta ulaşan bu muameleden kaçan çocuklar derenin kenarındaki bir girintiye sığınıyorlar. Burada ne elektrik ne gaz lambası olmadığından Setsuko karanlıktan korkuyor. Abisi ise karanlıkta parlayan ateşböceklerini yakalayarak en azından uyudukları yeri aydınlatmaya çalışıyor.


Ne yazık ki ateşböcekleri çok uzun yaşayamıyorlar, sabah hepsini ölü bulan Setsuko böcekleri eştiği küçük bir çukura gömerken o yürek dağlayan cümleyi söylüyor: Neden ateşböcekleri bu kadar çabuk ölmek zorunda?

Filmin daha ilk sahnesinde hem Setsuko hem de Seita’nın öldüğünü biliyor olmamıza rağmen içimizde hala bir ümitle izliyoruz filmi. Hala bir ümit bu soğuktan ve korkudan titreyen, açlıktan kıvranan minik bedenleri koruyacak birisi çıkacak, savaş bitecek diye bekliyoruz. Ama sona yaklaştıkça gözlerimizden akan yaşlar da hızlanıyor.


Filmde savaşa dair sahneler filmin geneline bakıldığında çok az ama savaşın acımasızlığı ve sertliğini her dakika hissediyoruz. Günden güne eriyen bedenleri, belirginleşen kemikleri, sönükleşen bakışları, akmayan gözyaşları, açlıktan ağlayışları, hor görülüşleri, kimsesizlikleri, bedenlerindeki yaralar… Hepsi ama hepsi patlayan mermilerin sesinden daha şiddetli çarpıyor yüzünüze.

Nazım Hikmet’in bir şiiri var, henüz yeni okudum ben de. Konusu Hiroşima’da yanarak ölen bir kız çocuğu.

Kız Çocuğu

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yeni Keşfedenler İçin İzlenmesi Gereken 5 BL (BoysLove) Dizi Önerisi

Boyslove (BL) Nedir? Yan Etkileri Nelerdir?

İngilizce Altyazılı Dizi ve Film İzleyebileceğiniz Siteler (2020)