Ölü Ozanlar Derneği : Çok Geç Kalınmış Bir Film


Ölü Ozanlar Derneği – yıllardır- her zaman adını duyduğum, rastgeldiğim bir filmdi ancak hiçbir zaman “açıp da izleyeyim şu filmi” gibisinden bir istek duymamıştım. Asıl tuhaf olansa benim lisede bu filmi izlememiş olmamdı. Zira lisedeyken haftanın üç gününde film izlerdim- sosyal medyayla tanışmadığım zamanlardı, o vakitler daha verimli şeylerle vakit harcıyordum- bütün kült filmleri izlediğimi düşünürdüm. Benjamin Button’dan Esaretin Bedeli’ne ,Yeşil Yol’dan 3 İdiots’a kadar yüzlerce film izlemişken beni, Ölü Ozanlar Derneği’ni izlemekten alıkoyan şey neydi bilmiyorum.

Filmi -nihayet- izlemeye karar verişim ise psikolojik rahatsızlıklar üzerine araştırma yaparken, sosyal fobim olduğunu düşündüğüm sıralara denk geliyor bu, film karakterleri üzerinde psikolojik incelemeler yapan bir bloggera denk gelmem sayesinde oldu. Tabi bu yüzden bol bol spoi de yedim ama neyse ki “ben bu filmi izlemeliyim” diye düşünüp tamamını okumadım ve açıp filmi izledim.

Ve daha filmin yarısına bile gelmemişken kendi kendime hayıflanmaya başladım, ben bu filmi daha önceden nasıl izlemezdim, nasıl yapmıştım bu hatayı. Karakterlerle bazı konularda kendimi o kadar özleştirmiştim ki ben bu filmi daha önce izleseydim belki de kendimle daha barışık, bazı konularda daha cesaretli olurdum diye düşünmeye başlamıştım. Hayatım boyunca, yirmi yıllık bir süreç için bu cümleyi kullanmam bazılarına abes gelecektir belki de, beni derinden etkileyen nadir filmlerden birisi Dead Poets Society.

Ölü Ozanlar Derneği Filminin Konusu


Filmde çok sıkı disiplin kurallarına sahip yatılı bir okulda eğitim gören öğrencilerin yeni edebiyat hocaları olan Mr. Keating ya da kendi deyimleriyle “Oh Captain, My Captain” ile tanıştıktan sonra zincirlerini kırma ve anı yaşa- carpe diem, sieze the day- felsefesini kavramalarının hikayeleri anlatılıyor.

Çünkü hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar! Buna ister inanın, ister inanmayın; her birimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın. Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin. Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız. Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler. Sizler gibi yenilmez hissediyorlar! Dünya onlar için bir istiridye. Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar? Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu. Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz? Carpe… Carpe… Carpe Diem… Yaşadığınız günü kavrayın, çocuklar. Hayatınızı olağan dışı yapın!

Zincirlerini kırmak derken gerçekten zincirlerini kırmaktan bahsediyorum, bu Neil için kendi hayatını kendi istediği gibi yaşamak, hayatını tiyatroya adamakken, Todd için kendi sınırlarını aşmak, Knox içinse aşkın peşinde koşacak cesareti bulmaktır.

Charlie ya da kendi deyimiyle Nuwanda ise en deli dolu olanlarıydı. Benim favori karakterimdir kendisi. Doğruları kimsenin hoşuna gitmeyeceğini bilmesine rağmen yüksek sesle söyleyebilecek cesareti olan, içinde cin fikirli haylaz bir çocuk yatan bir karakter…

Steven Meeks karakteriyse bana hep Çocuklar Duymasın’daki Havuç’un çocukluğunu hatırlattı. Gözlerim dolu dolu ağladı ağlayacağım o sırada Steven’i görüyorum ve içimden bir ses “Aha geldi bizim Havuç” diyor. Hatta birisine filmi anlatırken bu çocuğa Havuç demişim o kadar özdeşleşmiş kafamda:)

**

Son olarak önce kitabı mı okusam yoksa filmi mi izlesem diye düşünenler varsa aranızda ilk filmi izlesin zira kitap, filmden sonra senaryoya dayalı olarak oluşturulmuş. Genelde önce kitap sonra film oluşturuluş ama bu film bu genellemeyi de yıkmış!

Hadi bu yazıyı filmde geçen güzel bir şiirle-Ölü Ozanlar Derneği filmine en yakıştırdığım şiirle- bitirelim.

To the Virgins, to Make Much of Time

Gather ye rosebuds while ye may,
Old Time is still a-flying;
And this same flower that smiles today
Tomorrow will be dying…

The glorious lamp of heaven, the sun,
The higher he’s a-getting,
The sooner will his race be run,
And nearer he’s to setting.

That age is best which is the first,
When youth and blood are warmer;
But being spent, the worse, and worst
Times still succeed the former.

Then be not coy, but use your time,
And while ye may, go marry;
For having lost but once your prime,
You may forever tarry.

Robert Herrick

Henüz vakit varken gonca gülleri topla
Zaman hızla uçup gidiyor
Ve bugün gülümseyen bu çiçek
Yarın ölmüş olabilir…

Cennetin mükemmel lambası, Güneş,
En tepeye doğru yaklaştıkça,
Onur yarışı hızlandıkça
Batmaya en yaklaştığı andır…

En güzel zaman ilk zamandır
Gençlik ve delikanlılık zamanlarıdır
Ama kötüsü, daha kötüsü zaman harcamaya devam eder,
Ve zaman önceden olduğu gibi geçmeyi başarır…

Nazlı olma fakat zamanını kullan
Ve henüz vakit varken evlen
Ama gençliğini kaybetmeden,
Sonsuza kadar vakit kaybedebilirsin…

(Vaktini İyi Değerlendiren Bakireler şiiri)

Çeviri: Nilhan Algan & Nimet Müjgan Utku


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yeni Keşfedenler İçin İzlenmesi Gereken 5 BL (BoysLove) Dizi Önerisi

Boyslove (BL) Nedir? Yan Etkileri Nelerdir?

İngilizce Altyazılı Dizi ve Film İzleyebileceğiniz Siteler (2020)